Onlar, Anadolu'nun saf, temiz, islami emirler ve değerler noktasında terbiye almış, kadim Türk anane ve göreneklerine göre yetişmiş, müslüman Türk gençleriydi. Bir kısmının belki okur- yazarlığı yoktu.
Ekserisi köyünden sadece askerlik için ayrılmış, belki bağlı olduğu il ilçeden başka bir yere bile gitmemişti.
Anadolu insanı... çalışkan, güçlü kuvvetli bir o kadar da mert idi. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti sanayileşme de Avrupanın gerisinde kalmış, iş imkanları sınırlı, hatta yok denecek kadar azdı.
Avrupa ülkeleri sanayisini geliştirmiş fabrikalarını kurmuş, onların çalışacak iş gücüne ihtiyacı vardı. Avrupa gözünü çalışkan, mert, dürüst Türk gençlerine dikti. Devletler arasında anlaşmalar yapıldı, Türk vatandaşları peyderpey Avrupa yolunu tuttular.
Türk vatandaşlarının amacı gidecekleri ülkelerde para kazanmak, biriktirdikleri para ile memlekete dönüp ev almak, belki bir traktör, biraz arazi satın alıp rahat bir hayat sürmekti. Gaye, amaç buydu.
Özellikle ilk giden gurbet yolcuları, koca yürekli, eli öpülesi büyüklerimiz gittikleri ülkelerin tamamen yabancısıydılar. Dil bilmiyorlardı.
Gittikleri ülkenin gelenek ve göreneklerine, yaşam tarzlarına tamamen yabancıydılar. Dil bilmedikleri için çok zorluklar ile karşı karşıya kaldılar.
Marketlerde istediklerini tarif edemiyorlar, hastahane, postahane... bir sürü zorluklar... Zor bir hayatın içinde bulmuşlardı bu yiğit Anadolu insanları kendilerini. Ama yılmadılar, yıkılmadılar, usanmadılar bulundukları ülkelere adapte olmayı başardılar.
Hatta bilahere sonra iş güç sahibi olup, bir çoğu ailesini yanına alarak kısmen vatan hasretine çare aradılar. Anadolu'dan göç eden bu yiğitler gittikleri her yere dini, imani değerlerini de taşıdı. Onlar ezan sesiyle, minare gölgesiyle büyümüşlerdi.
Cuma namazlarını kılmalı, eş dostla görüşüp, muhabbet etmeliydi. Senede iki defa bayram namazı kılmalıydı. Evet insanlarımız nereye giderse gitsinler islami kimliğinden taviz vermediler. Artık onlara namaz kılacak mescitler camiler lazımdı.
Barınacak evlerini almadan camiilerini aldılar. İlk zamanlar yer bulmakta zorlandılar. Cuma ve Bayram namazlarını bazen spor salonlarında, bazen kiliselerde kıldılar ama asla dinlerini yaşamaktan vazgeçmediler.
Yıllar geçti Türk insanı iş yeri sahibi oldu, gençler okudu, meslek sahibi olmaya başladı. Avrupa'ya ilk giden dedelerimizin azim ve sabırları meyvelerini vermeye başladı. İlk başlarda boş buldukları binaları kiralayıp, camiye çevirerek namazlarını kendi ibadethanelerinde kılmaya başladılar. Maddi imkanları düzeldikçe daha büyük camiler yaptılar.
Artık müslüman çocukları camilerde toplanıyor, camiler çocuk sesiyle cıvıl cıvıl şenleniyor, dini eğitimlerini camilerde ehil din görevlisi hocalardan alıyor ve nitelikli birer Müslüman genci olarak yetişiyorlar. Bu sayede islam ahlakını iliklerine kadar yaşayan ferdler olarak yetişiyorlar... Yanlış akımların, fikirlerin şerrinden korunuyorlar.
Elhamdülillah artık Avrupa da binlerce camii açıldı. Bu camilerde binlerce Din görevlisi arkadaşımız görev yapmaktadır. Milli ve manevi duygularla yetişen türk gençliği güzel ülkemin Avrupa da iyi birer temsilci oldu ve olmaya devam ediyor. İnsanımız artık her yerde... Spor kulüpleri, marketleri, berberleri, kasapları... var.
Sporda, sanatta, siyasette... Artık onlar kimliklerini kaybetmemiş birer Avrupalı oldular.
Her ne kadar vatanlarından uzakta olsalar da gönül bağlarını koparmadılar.
Hayatta olan gurbetçi kardeşlerime bereketli ömür, dar-ı bekaya hicret edenlere Yüce Mevla dan rahmet diliyorum.
Selam dua ile